Şüphesiz yaşayan en büyük yazarlardan biri olan Milan Kundera, sadece Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği gibi romanlarıyla değil denemeleriyle de dünya edebiyatına damgasını vurmuş bir isim. Perde ve konuşmaları, söyleşileri ile yazılarını derlediği Roman Sanatı, Kundera’nın edebiyata yaklaşımını, edebiyatçılara dair görüşlerini anlamak için eşsiz birer kaynak.
Kundera denemelerinde farklı çağlar ve farklı coğrafyalardan yazarlar arasında hem son derece isabetli ama hem de oldukça sıradışı bağlar kurarak edebiyat severlerin ufkunu açacak nitelikte incelemeler sunuyor okura. Bunlardan biri de Roman Sanatı kitabındaki Kafka-Hašek kıyaslaması. Bu küçük bölümde Kundera, Kafka’nın evreninde ve Jaroslav Hašek’in Aslan Asker Şvayk’ında bürokrasiyi ele alıyor.
Olabilirlikler
Bir tuzak haline gelen dünyada insanın olabilirlikleri nelerdir?
Cevap önce dünyanın ne olduğuna dair belli bir fikrimiz olmasını gerektiriyor. Varlıkbilimsel bir varsayımda bulunmamızı.
Kafka’ya göre dünya, bürokrasinin egemenliğinde bir evrendir. Büro sıradan sosyal bir olgu gibi değil ama dünyanın özü gibidir. Anlaşılması, nüfuz edilmesi zor Kafka ile popüler Hašek arasındaki benzerlik (ilginç, hiç beklenmedik bir benzerlik) burada yatar. Hašek, Aslan Asker Şvayk’ta orduyu Avusturya-Macaristan toplumundan bir kesit olarak (yani bir gerçekçi, bir sosyal eleştirmen tarzında) değil, dünyanın modern bir görünümü olarak betimler. Tıpkı Kafka’nın adaleti gibi Hašek’in ordusu da uçsuz bucaksız muazzam bir bürokrasi kurumundan, eski askerî erdemlerin (cesaret, kurnazlık, maharet) hiçbir işe yaramaz olduğu bir bürokrasi ordusundan başka bir şey değildir.
Hašek’in asker bürokratları aptaldır; Kafka’nın bürokratlarının saçma olduğu kadar ukalaca mantıklarında da bilgelikten eser yoktur. Kafka’da budalalık bir gizem örtüsüne bürünerek metafizik bir mesel havasını alır. Cesaret kırıcıdır. Joseph K. yaptığı hareketler, anlaşılmaz sözleriyle ne pahasına olursa olsun bir anlam çıkarmak için çırpınacaktır. Çünkü idama mahkûm olmak korkunç olsa da, yok yoluna gitmek gibi bir hiç uğruna mahkûm olmak tamamen tahammül edilmez bir şeydir. Bu yüzden K. suçlu olmaya razı olacak ve ne suç işlediğini bulmaya çalışacaktır. Son bölümde, iki celladını belediye zabıtasının (kendisini kurtarabilecek olan) bakışlarından koruyacak ve ölmeden birkaç saniye önce, kendi kendini boğmak için yeterince güce sahip olmayıp bu pis işi onların üzerinden almadığı için kendini suçlayacaktır.
Şvayk, K.nın tam zıt kutbunda yer alır. Etrafını çeviren dünyayı (aptallıklar dünyası) o kadar sistemli biçimde taklit eder ki, hiç kimse onun gerçekten aptal olup olmadığını anlayamaz. Egemen düzene kolayca uyarsa da (Hem de ne zevkle!), bunun nedeni onda bir anlam bulması değil, kesinlikle hiçbir anlam bulamamasıdır. Eğlenir, başkalarını eğlendirir ve düzenden yana olmanın ortaya koyduğu olur olmaz vaatlerle dünyayı tek ve koca bir şakaya çevirir.[1]
Kundera, daha sonra Perde’de Aslan Asker Şvayk’a bir kez daha değiniyor:
Jaroslav Hašek’i “kendi kişisel roman tarihimde” romanda modernizmin kurucularından saydığım romancılar arasına koyarken kendimi biraz rahatsız hissederim; çünkü modern olmak ya da olmamak Hašek’in asla umurunda olmamıştır; o, bir anda dünyanın her yerinde çok geniş bir okur kitlesine ulaşan tek bir romanın, edebiyat çevrelerini küçümseyen ve onlar tarafından da küçümsenen yazarıydı, artık kullanılmayan anlamıyla popüler bir yazar, serseri-yazar, serüvenci-yazardı. Bu yüzden, onun Aslan Asker Şvayk’ının (1920-1923 yıllarında yazıldı) Kafka’nın (iki yazar aynı yıllarda aynı kentte yaşadılar) ya da Broch’un romanlarıyla aynı estetik eğilimi yansıtması bana daha da ilginç geliyor.
Askerlik şubesine çağrılan Şvayk Praglıların eğlenen bakışları eşliğinde Prag sokaklarında tekerlekli bir koltukla itile itile götürülmektedir, ödünç aldığı iki koltuk değneğini askerler gibi sallarken, “Belgrad’a!” diye naralar atar. O gün, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş ilan edip 1914 Dünya Savaşı’nı başlattığı gündür. (Broch için bu savaş bütün değerlerin yerle bir oluşunu ve üçlemesinin sonunu temsil eder.) Şvayk, bu dünyada tehlikelerden uzakta yaşayabilmek için Ordu’ya, Vatan’a, İmparator’a bağlılığını o kadar abartır ki kimse onun bir soytarı mı, yoksa bir aptal mı olduğunu tam olarak söyleyemez. Hašek de söylemez bunu; kurulu düzenden yana zırvalarını sıralarken Şvayk’ın neler düşündüğünü asla öğrenemeyiz ve tam da bunu bilemediğimiz için ilgimizi çeker. Prag birahanelerinin reklam panolarında onu hep ufak tefek ve toparlacık görürüz, oysa onu böyle hayal eden kitabın ünlü ressamıdır, çünkü Hašek Şvayk’ın dış görünüşü hakkında tek laf etmemiştir. Nasıl bir aileden geldiğini bilmeyiz. Onu hiçbir kadınla görmeyiz. Onlarla işi yok mudur? Onları saklamakta mıdır? Yanıtı yoktur. Ama daha da ilginç olanı: Soru da yoktur! Demek istediğim: Şvayk kadınları sevmiş sevmemiş, kesinlikle umurumuzda değildir!
İşte radikal olduğu kadar estetik de olan bir dönüm noktası: Bir kahramanın “canlı”, “güçlü kuvvetli”, sanatsal açıdan “başarılı” olması için onun hakkında olabilecek her türlü bilgiyi sıralamak gerekli değildir; onun da, sizin ve benim kadar gerçek olduğuna inandırmak gereksizdir; güçlü ve unutulmaz olması için, romancının onun için yarattığı duruma ilişkin alanı tamamıyla doldurması yeterlidir. (Romancı bu yeni estetik iklimde, zaman zaman anlattıklarından hiçbirinin gerçek olmadığını, her şeyin kendi uydurması olduğunu hatırlatmaktan bile hoşlanır – tıpkı Fellini’nin Ve Gemi Gidiyor’un sonunda, bize yanılsamalar tiyatrosunun bütün sahne gerisini ve bütün mekanizmalarını göstermesi gibi.)[2]
[1] Milan Kundera, Roman Sanatı, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 2016, s. 54-55.
[2] Milan Kundera, Perde, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 2015, s. 70-71.