F. Scott Fitzgerald 1940 yılında hayata veda ettiğinde geride tamamlanmamış bir roman bıraktı. Ölümünden bir yıl sonra basılan Son Patron, yazarın dünyaca ünlü romanı Muhteşem Gatsby gibi “Amerikan rüyası” temasını ele alıyor ve imkânsız bir aşk üzerinden o rüyanın çöküşünü, belki de aslında hiç olmadığını anlatıyordu. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi Fitzgerald’ın ve Son Patron, o meşum rüyaya nazire yaparcasına, yarım kaldı.
Yaklaşık 35 yıl sonra Hollywood’un kalburüstü isimlerinden Elia Kazan romanı beyazperdeye aktardı. İlginçtir, nasıl ki Son Patron Fitzgerald’ın son romanı olduysa, filmi de Kazan’ın son filmi oldu. Neyse ki Kazan filmi bitirdi; ama içine bir türlü sinmediğini düşünürseniz onunki de yarım kalmış bir çaba sayılabilir.
Kazan’ın günlüklerini okuduğumuzda farkına vardığımız ilk şey, usta sinemacının filmi çekmeyi sinema harici sebepler yüzünden kabul ettiği gerçeği oluyor. Annesinin adım adım ölüme yaklaştığının farkında olan ve onu filmin çekileceği Güney California’ya getirmenin her ikisi için de daha iyi olacağını düşünen Kazan, senaryoyu bile okumadan projeye evet der. Filmin yapımcısı Sam Spiegel (Rıhtımlar Üzerinde’nin ve David Lean’in unutulmaz filmleri Kwai Köprüsü ile Arabistanlı Lawrence’ın da yapımcısı) onlara konforlu bir ev de kiralayınca Kazan biraz olsun rahat eder ve The Last Tycoon’a başlar. Geç de olsa senaryoyu okuduğunda hatasının farkına varacaktır elbette.
Senaryo deyip de geçmeyin; Fitzgerald’ın yarım kalan romanını sinemaya uyarlayan isim geleceğin Nobel ödüllü edebiyatçısı, İngiliz yazar Harold Pinter’dır. Ünlü bir oyun yazarı olarak tanınan ve The Servant ile The Go-Between gibi önemli filmlere senarist olarak imza atan Pinter ile Londra’da bir araya gelen Kazan, ona senaryoyu çok sevdiğini ama filmin merkezindeki aşk hikâyesinde ciddi sorunlar olduğunu söyler. “Sanki her şey suyun altında geçiyor gibi geliyor bana,” diyerek itirazını dillendirdiğinde aldığı yanıt Kazan için hiç de iç açıcı olmayacaktır: “Zaten her şey öyle yaşanmıyor mu?”
Her film biraz da tercihlerle şekillenir. Kazan’dan önce filmi yönetmesi düşünülen ilk isim Mike Nichols’tır örneğin ve başrol için tercihi Dustin Hoffman’dır. Spiegel’ın tercihi Jack Nicholson’dır. Kazan ise Robert De Niro’da diretir ve başrolü ona verir. Nicholson’ı da boş yollamaz bu arada, ona da filmin son on beş dakikasına damga vuracak sendika lideri rolünü verir. İşin ironik yanı, Fitzgerald’ın romanda anlattığı Eski Hollywood’a son darbeyi vuran film olarak da bilinen Easy Rider’ın Nicholson’ı film yıldızı yapan yapım oluşudur.
Kitabın başkarakteri Monroe Stahr’ın Hollywood tarihinin en ünlü yapımcılarından Irving G. Thalberg olduğunu artık herkes biliyor. 1937’den beri Thalberg adına verilen bir de özel bir Oscar ödülü var: Irving G. Thalberg Memorial Award. Bu ödülü alan isimler arasında kimler yok ki! Walt Disney, Steven Spielberg, Cecil B. DeMille, William Wyler, Ingmar Bergman, hatta The Last Tycoon’un yapımcısı Spiegel. Ama Kazan yok.
Elbette bir biyografi değil Son Patron. Fitzgerald’ın Thalberg’e olan ilgisi bilinen bir geçek ama roman sadece onun temsil ettiği imgeyi kullanıyor ve tamamen hayalî bir kimlik inşa ediyor. Şöyle demiş Fitzgerald bir keresinde Thalberg için: “Thalberg beni her zaman büyülemiştir. Tuhaf çekiciliği, olağanüstü yakışıklılığı, büyük başarısı ve macerasının trajik sonu. Onun etrafında inşa ettiğim olaylar hep hayalî ama hepsi gerçek de olabilirdi.”
Filmin çekimleri sırasında korkulan olur ve Kazan annesini kaybeder. Şunları yazar Kazan günlüğüne: “Ev sessiz. Son bir ironi var bunda. Rahatladım. Büyük bir stres kalktı üzerimden.” Ne var ki The Last Tycoon’un stresi bitmemiştir. Üstelik artık geri dönülmez noktaya gelinmiştir. Artık film izlenecek ve son bir-iki değişiklik ya yapılacak ya yapılmayacaktır. Yeniden sete dönmek için harcanacak para kolay kolay göze alınacak gibi değildir.
Pinter’ın da bulunduğu ilk gösterim... Pinter filmi beğenir. Hem Kazan’ı hem Spiegel’ı tebrik eder. De Niro’yu özellikle beğenmiştir. Ingrid’de (Ingrid Boulting, Stahr’ın âşık olduğu kız) Kazan’ın mucize yarattığını düşünür. Sonra Paramount yöneticilerinden Barry Diller izler filmi. “Muhteşem bir film olmuş,” der Diller. İlk ters işaret filmin kameramanı Vic Kemper’dan gelir. Filmi izlediği halde Kazan’ı aramaz ve kurt sinemacı bu işte bir terslik olduğunu hemen sezinler. Bir ay sonra daha kalabalık ama yine de küçük bir gruba izletilir film. Işıklar yandığında herkes sessizdir. Spiegel’ın yakın dostu George Stevens gelip, “Mitchum çok iyi iş çıkarmış,” der. Robert Mitchum’un filmde küçük (romanda daha da küçüktür aslında) bir rolü vardır. Gösterim salonu boşaldığında Kazan ve Spiegel ellerinde ticari açıdan fena halde sorunlu bir film olduğunu görecek kadar bu işten anlamaktadır.
70’li yıllar Hollywood’un en özel dönemlerinden biri olarak hatırlanır. Yaklaşık 10 yıl süren ütopik bir dönemdir 70’ler. Dizginlerin stüdyo patronlarından alınıp gerçek yaratıcılara, yönetmenlere verildiği bir dönem. Elbette kısa sürecek ve yine bizzat o yönetmenler tarafından sistem yeniden eski haline getirilecektir. Ama bu arada birçok unutulmaz film kazanır sinema tarihi. Unutulmaz, devrimci, yenilikçi ve benzersiz filmler. Ne yazık ki The Last Tycoon onlardan biri değildir.
F. Scott Fitzgerald
Son Patron