“Sıradan”ın anlam kökenine baktığımızda “olağan, alışılmış” sıfatlarıyla tanımlandığını görürüz. Oysa sosyal medyanın etkisi ve modern dünyanın hızlı değişen kalıplarıyla artık sıradan olmaya tahammülümüz yok. Koşullar ne olursa olsun her şeyin en iyisini hak ettiğimize inandırıldık. Başkası gibi olmak, başkasıyla bir noktada ortaklaşmak en korktuğumuz şey çünkü biz onlar gibi değiliz, kimseye benzememeye ant içtik. Acı, keder aman ötemizde dursun, biz bu hayata eğlenmeye, gezmeye ve bol bol tüketmeye geldik. Aynı yerlere gidip, aynı markalardan alışveriş yapıp nasıl bu kadar özel ve farklı olduğumuza inandırıldığımız ise muamma. Aslında koca bir yabancılaşma ve dikkat dağınıklığı yaşıyoruz: kendimizden de ötemizde durandan da uzağa savrulduğumuz aşikâr. Dominic Pettman, Sonsuz Dikkat Dağınıklığı’nda sosyal medyanın bizi nasıl dağıttığına işaret ediyor: ¨İkisini birden istiyoruz: bir yandan dikkatimizi kendi başarısızlıklarımızdan ve yapılacaklar listemizden başka yöne çekerken diğer yandan gerçek ötekinin varlığının ve ihtiyaçlarının doğurduğu o zahmetli yükümlülükten kurtulmak.¨[1]
Sıradan Bir Gün, Yekta Kopan’ın yeni romanı. Kitaplarının karşılama cümlelerine önem verdiği bilinen Kopan, son kitabında açılışı ¨Yeter¨ sözcüğüyle yapıyor. Okur, neyin, neye, ne kadar yettiğiyle nelerin bardağı taşırdığını sıradan bir günde yaşananlara bakarak roman boyunca takip edebilir. Mekân ve karakter tasviriyle sinematografik bir anlatım seçen Kopan’ın bu tercihi, hikâyenin gerçekliğini ve etkileyiciliğini artırmış. Modern dünyanın kendimizle, başkalarıyla ve dünyayla olan ilişkimizi nasıl değiştirdiğine odaklanan Kopan, karıkoca ilişkisi, baba-çocuk ilişkisinin katmanları ve yüklenmek zorunda bırakıldığımız sorumluluklar üzerinden okuru, modern dünya alışkanlıklarıyla yüzleşmeye davet ediyor. Ve kitabın açılış cümlesinin “Yeter” olmasının tesadüften öte olduğu, Kopan’ın okuru davet ettiği bu yüzleşmeler aracılığıyla açığa çıkıyor.
Sıradan Bir Gün’ün kahramanı Armağan Gündoğdu, çoksatar kişisel gelişim kitapları yazan bir gölge yazar. Kopan, bu karakterin bir yüzleşmeden doğduğunu söylüyor. Kimlik meselesinin tam da bugün, üzerine çokça konuşulması ve düşünülmesi gereken bir konu olduğunu, bu nedenle romanının ana çatısını da kimlik üzerinden inşa ettiğini belirtiyor: “Her şey anonim çünkü. Bugün iletişim ağları, sosyal medya üzerinden gerçekleşen iletişimler, bu iletişimlerdeki bireylerin kim olduğunu bilmemiz-bilmememiz, hatta kimi zaman çok yakından tanıdığımız bireyi bile tanıyamayacak hale gelmemiz hepimizin tanık olduğu bir durum. Bugün herkes kendini dünyaya nasıl göstermek istiyorsa gösterebiliyor. Bugün herkes dünyaya hangi cümleyi sarf etmek istiyorsa -kâh adıyla kâh takma bir adla- istediği anda, istediği şekilde ve hatta istediği kişiye ulaşarak bunu söyleyebiliyor. Bu evet, bir yandan çok demokratik bir durum ama bir yandan da gerçek kimliklerin konuşamadığı, tartışamadığı ve gerçek bir diyaloğun kurulamadığı bir durum.”[2] “Doğru”dan, “iyi insan”dan bahseden bir yazarın kitaplarındaki önerileri, aforizmaları düşünce atlasında iz bırakmış filozofların sözlerinden çaldığını ve bu sözleri değiştirerek doğru insan olmayı pazarladığını öğrenseniz şaşırır mısınız? Tabii ki hayır. Hatta sosyal medyayı takip edenler hatırlayacaktır, kişisel gelişim kitapları yayımlamasıyla ünlü bir yayınevinden aynı böyle “çarpıtılmış aforizmalar” içeren bir kitap yayımlandı ve kitabın satış rakamları da epey yüksek. Yani olayın etik kısmıyla artık pek ilgilenmediğimizi söyleyebiliriz. Zaten Armağan Gündoğdu’nun yarattığı ışıklı dünyanın ve doğrucu karakterin bu kadar sevilmesinin altında yatan sebep de bu.
Kitaptaki ana çatışma, Armağan Gündoğdu ile onun yarattığı karakter Mert Güriz arasındaki uçurumlar üzerinden kurulmuş. Mert Güriz’in anlattığı doğru insan ile Armağan’ın arasındaki fark, okuru, baba-oğul arasındaki kapanmayan derin yaraya götürüyor. Sıradan bir günde doğru insan olmak ne kadar zor olabilir? Söz konusu Türkiye ise doğru insan olmak hakkında konuşmak ile doğru insan olmanın aynı anlama karşılık gelmediğini, söz-eylem birliğinin kimse için artık pek önem taşımadığını hızlıca öğrendiğimiz bir dönemden geçtiğimizi söyleyebiliriz.
Özge Uysal
[1] Dominic Pettman, Sonsuz Dikkat Dağınıklığı, çev. Yunus Çetin, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2017, s. 20.
[2] “Yekta Kopan: Hepimiz sahte kimliklerin ardında başka hayatlar yaşıyoruz.”https://www.demokrathaber.org/kitap/yekta-kopan-hepimiz-sahte-kimliklerin-ardinda-baska-hayatlar-yasiyoruz-h110215.html, Çevrimiçi (14.03.2019)