Salman Rushdie, Floransa Büyücüsü romanında Rönesans İtalya’sından Hindistan’a uzanan büyülü bir hikâye anlatıyor. Türlü türlü anlatıcılar, gezginler, serüvenciler tarafından aktarılan ve Moğollar, Osmanlılar, Baburlar ile Floransa’nın kültürüne göndermeler yapan, tarihi masallarla kaynaştıran bir roman bu.
Kısmen Rönesans döneminde Floransa’da geçen romanın kahramanlarından biri de Niccolò Machiavelli. Döneminin önde gelen siyasetçi, tarihçi, felsefeci ve yazarlarından Machiavelli, Prens kitabıyla büyük bir tartışma başlattı: Kendisi gücü, güce sahip olmak ve korumak için her yolun mubah olduğunu savunan bir “Makyavelci” miydi yoksa sadece gücün gerçek doğasını mı gözler önüne seriyordu?
Rushdie, Floransa Büyücüsü’yle ilgili yaptığı bir söyleşide ikinci seçeneği savunuyor. Prens’in “iktidarın elkitabı” olmadığını, Machiavelli’nin çektiği acılar yüzünden acımasız gücü çok yakından inceleme fırsatı bulduğunu ve tabiatını büyük bir gerçekçilikle aktardığını söylüyor.
Söyleşinin tamamını videodan izleyebilir, çevirisini aşağıda okuyabilirsiniz.
“Ben Machiavelli’nin tarihin sillesini yediğini düşünüyorum; çünkü esasında Machiavelli’nin kendisi Makyavelci değildi. Machiavelli adı zaman içinde kinizm ve dolandırıcılık, acımasızlık ve kuvvet politikası anlamına gelmeye başladı; kısa kitabı Prens yüzünden. Ama bu kitabın yazılışını göz önünde bulundurmalıyız. Bu adam ciddi bir demokrattı ve Floransa cumhuriyet olup Medici ailesini kovduğunda şehre hizmet etti. Medici’ler dönüp gücü tekrar ele geçirince ondan nefret ettiler, ona işkence ettiler, onu neredeyse öldürdüler, sürgüne gönderdiler ve Machiavelli hayatının geri kalanı boyunca evine dönemedi; taşrada bir villada sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Yani Medici’ler gibi prenslerden nefret etmesi normaldi. O dönemde sadece Medici’ler değil, Borgia, Sforza gibi başka büyük aileler de korkunç acımasızdı. Machiavelli de bu küçük tezinde hayatın nasıl olmasını istediğini değil, gücün gerçekte nasıl işlediğini yazdı; gözlemlediği şeyleri yani, gücün acımasızlığını. Elçiye zeval olmaz. Karşımızda gücün doğasını tamamen anlayan ve büyük bir hatayla bunu açıkça, tüm çıplaklığıyla, hiç yumuşatmadan yazan biri var. Acımasız olmak, nazik olmaktan daha iyi, dedi Machiavelli. Kitabın olağanüstü bir bölümünde güce gelen hükümdarlara tavsiyelerde bulunuyor ve yapmanız gerekenin, en kötü işleri ilk günde aradan çıkarmak olduğunu söylüyor: Öldürmeniz gereken herkesi öldürün, en kötü şeyleri ilk günde yapın; çünkü sonrasında insanlar sizin için, eskisi kadar kötü değil, diyecektir. Bunları, bu tür gözlemleri okurken harikulade parlak ama hayal kırıklığına uğramış, şüpheci bir zihin görüyoruz, gücün doğasını yazdığını görüyoruz. Bunun düz bir şekilde okunması ve insanların onu iktidarın elkitabını yazmakla suçlaması gerçekten büyük haksızlık. Machiavelli tatlı bir adamdı. Son derece yakışıklıydı. Biraz çapkındı, bu doğru, onu çok seven karısını sürekli aldatıyordu. Ama Rönesans’ın en büyük komedisini yazdı. Oyunu, Adamotu, La Mandragola, Rönesans döneminde yazılan en başarılı komediydi. Machiavelli aynı zamanda tam bir particiydi. Bir arkadaşından kalan harikulade bir mektup var; adı Agostino Vespucci, ki o da romanda, üç arkadaşın üçüncüsü, Yeniçeri.”
“Amerika’da bir kuzeni var, Amerigo Vespucci.”
“Evet doğru, Floransalı Vespucci ailesi çok genişti ve Amerigo’nun uzaktan kuzeniydi. Yani o gerçekten yaşadı; birbirlerini çok iyi tanımıyorlardı ama akrabalardı. Agostino Vespucci’nin Machiavelli’ye yazdığı bir mektup var. Machiavelli sanırım Floransa devleti işi nedeniyle şehir dışındayken, galiba Roma’dayken, lütfen hemen geri döner misiniz, diye yazmış, çünkü siz şehir dışına çıkınca eğlence düzenleyecek kimse kalmıyor. Öyleydi de, Machiavelli böyle biriydi, partilerin neşesiydi. Ben de bu adamın kötü bir nam saldığını düşündüm.”
“Kendinizi özdeşleştiriyorsunuz gibi hissettim.”
“Başarılı bir gözlem.”
“Tabii romandaki karakterlerin kendiniz olduğunu söylediniz.”
“Evet, doğru. Aslında Machiavelli’yle ilgili tüm bu bilgilere Cambridge’de tarih okurken denk geldim, yani birtakım tahrifatın hedefi olmadan çok uzun zaman önce. Ta o zaman aslında son derece hoş olan bu adamın bunca nahoş şeyi temsil etmeye başlamış olması bana çok tuhaf geldi. Sonra, uzun yıllar sonra bu tür bir şeytanlaştırma sürecini ben de yaşadım ve evet, doğrusu onunla ilgili bir şeyler yazma isteğimi gerçekten arttı; çünkü belki bundan dört yüz yıl sonra biri de benim için aynı şeyi yapar, diye düşündüm. Hep dört yüz yıl kadar sürüyor. Vatikan’ın Galileo hakkında yanıldığını kabul etmesi dört yüz yıl sürdü. Dört yüz yıl sonra, ha, evet aslında doğru, dünya güneşin etrafında dönüyor, dediler. Papanın bunu fark etmesi dört yüz yıl sürdü.”
Kaynak: Open Culture.