Kitabın, kitap sevmenin, kütüphanelerin hatta kâğıdın ve matbaacılığın tarihçesi üzerine epeyce kaynağa erişebilir hale geldik son yıllarda. Okurlar Manguel, Eco gibi yazarların kütüphane ve kitap methiyelerine merak salmak bir yana kâğıdın icadına uzanan metinleri okuyacak kadar hevesli. Başkalarının dizdiği ve bahsettiği kütüphanelerde, internet sitelerinin en güzel kütüphaneler foto galerilerinde ya da kitabın tarihçesini anlatan övgü ve bilgi dolu sayfalarda gezinmek okurlara ilham oluyor. Günümüze ulaşamayan kütüphaneler ve kitaplardan ne kadar bahsedildiği, kitap kıyımının tarihinin ne kadar ilgi çektiğiyse müphem. Birçoğumuz bu sorulardan kaçınsak da kitap kıyımının tarihi çok da uzakta kalmış değil.
Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi, bu konuyu deşerek bize kitap kıyımının güncelliğini hatırlatıyor. Belli bir rota üzerinde ve belli düzen içinde, kitapların maruz kaldığı vahşetin anlatıldığı bu kitabın çıkış noktasıysa yazarın kişisel tarihine dayanıyor. Çocukken anne babası bütün gün çalıştığı için vakit geçireceği bir sığınak olarak Guayana’nın (Venezuela) San Felix kentindeki eski kütüphaneye bırakılan yazar Báez burada kitaplar arasında mutluluğu bulduğu uzun vakitler geçirirken, günlerden bir gün Orinoco Nehri’nin kollarından birinin aniden taşmasıyla mutluluğu sona eriyor; sular kitapları götürüyor, yazarın çocukluk yuvası dağılıyor. Báez’in tespitine bakılırsa bu deneyimin yarattığı travma yok olan ve yok edilen kitaplardan hayatı boyunca etkilenmesine neden oluyor. Yazarın hassasiyeti öyle bir boyuta varıyor ki 17 yaşındayken, ders yılı sonunda, arkadaşlarını kitap yakarken gördüğü sahneyi de travmasını tetikleyen olaylardan biri olarak anıyor. Birkaç tatsız tanıklığın ardından kitap kıyımı veya –Báez’in çalışmasında da anılan, kitap yok etmeyi anlatmak üzere yeni türetilmiş bir sözcükle ifade edersek– “kitapkırım” onun için can yakıcı, tahammül edilemez bir meseleye dönüşüyor ve bu kıyımların peşine düşüyor. Kitabın yok edilmesinin belleğin yok edilmesi anlamına geldiğinin altını çizmesi toplu kitapkırımlarının dehşetini ve acımasızlığını hissedebilmek açısından önemli. John Milton’dan alıntıladığı sözlerle de bu hissiyatı pekiştiriyor: “İyi bir kitabı öldürmekle bir insanı öldürmek aynı şeydir. Bir insanı öldüren Tanrı’nın imgesi olan akılcı bir yaratığı öldürür; ama daha kötüsü iyi bir kitabı yok eden akılcılığı öldürür, Tanrı’nın imgesini öldürür.”[1]
Sonrasında kendi cümleleriyle devam ediyor yazar: “Fiziksel malzeme kitapla ancak ikinci derecede ilişkilendirilebilir.”[2] Gerçekten de buradaki yakıcı mesele aslında bir nesne olarak kitap değil. Bu yüzden bazen fazlasıyla abartılarak boş laflarla kitabın kutsallaştırılmasının, fetişleştirilmesinin kitapları korumak adına bir işlevi olmuyor. Öyle ki bir kitap belki tutkuyla akış halindeki bir suya ya da bir otel odasındaki komodinin üzerine bırakılabilir; belki pek de makul olmayan öfke hezeyanları sayfaları buruşturup yırtmaya neden olabilir; ya da belki yazar Báez’in anısına atıfla söylersek çocukça bir isyan duygusuyla ders yılı sonunda birkaç okul kitabı yakılabilir. Mesele elbette yakılıp yırtılan bu üç-beş kitap değil. Mesele yazarın John Milton’dan alıntıladığı sözlerle altını çizdiği üzere belleğin yok edilmesi, geçmişe saldırılması, kitapların içeriklerinden korkulması.
[1] Fernando Báez, Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi, çev. Tolga Esmer, Can Yayınları, İstanbul, 2018, s.29.
[2] Age.