F. Scott Fitzgerald, İlişkiler, Zelda Fitzgerald, Kadınlar

Fitzgerald’lardan Zelda veya İntihal Evde mi Başlar?

17.08.2021
Fitzgerald’lardan Zelda veya İntihal Evde mi Başlar?

Zelda Fitzgerald’ın tek romanı Son Valsi Bana Sakla’yı ilk okuduğumda Buruktur Gece’nin bir film negatifine bakıyormuşum gibi hissettim. Hayatının bu noktasında akıl hastanesinde bulunan Zelda, eşi Scott’ın uzun zamandır bitirmeye çalıştığı yeni romanının karakterlerini, mekânını, hatta olay örgüsünü adeta olduğu gibi alıp bir başka bakış açısından, kadının gözünden yazmıştı. Buruktur Gece ünlü bir yazarın çalkantılı evliliğini, başarının getirdiği baskıları erkeğin bakış açısından anlatırken Son Valsi Bana Sakla ünlü bir sanatçının eşinin iç dünyasını sunuyordu okura. Zelda hayattayken kitabın eşininki kadar ilgi çektiği söylenemez. Lakin son yıllarda, çiftin trajik sonundan bu yana geçen uzun süreden sonra, yeni bir biyografi, bir roman, bir dizi ve planlardaki iki filmle spotlar Zelda’nın üstünde.

 

Fitzgerald’lar bir döneme damgasını vurmuş, dahası kimliğini vermiş bir çift. Caz Çağı’nın kurucularından. F. Scott romanlarıyla “kayıp neslin” sesiyken Zelda kısacık saçları ve zamana göre erkeksi hareketleriyle ilk “uçarı kız”. Çiftin tutkulu olduğu kadar karşılıklı olarak yıkıcı bir ilişkileri var. Romantik ve sanatsal kıskançlıklar, alkolizm, ruhsal bozukluklar, şan şöhret tutkusu, para ihtiyacı... Birbirlerinin içindeki şeytanları besleyen, belki de bu sebepten trajik sihrini hâlâ koruyan bir aşk bu.

Aşklarındaki en büyük ikilem, onları birbirlerine çeken özelliklerin hayatlarında kaos ve karmaşa yaratacağı gerçeğiydi. Flörtleşme dönemlerinde hoş bir oyundan ibaret olan kıskançlığın evliliklerinde yıkıcı bir role bürünmesi gibi gençler için masum bir yetişkinliğe geçiş ritüeli sayılan alkol de gitgide yıkıcı bir hal alacak, peşlerini bir türlü bırakmayacaktı.[1]

Scott’ın ilk kitabıyla hem eleştirmenler tarafından yüceltildiği hem de maddi başarı yakaladığı dönemde evlenen çift, aşırılıklarla dolu bir yaşam sürmeye alışıyor. Bir süre sonra bir yandan artık kazanılamayan parayı harcamayı sürdürürken bir yandan da sağlık sorunlarıyla boğuşuyorlar – Scott’ın alkolizmi, Zelda’nın akıl hastalığı (o dönemde şizofreni tanısı konmuş olsa da günümüzde bipolar ya da manik depresif olduğu düşünülüyor). Çift bulutların üstünde, en tepedeyken neredeyse aniden tepetaklak oluyorlar.

Uzun süre boyunca yaygın kanı, Zelda’nın çağının çok ötesinde, özgür ruhlu bir kadın olmakla beraber maddiyat düşkünlüğünden kocasını para kazanması için sıkboğaz ettiğiydi. Scott Fitzgerald’ın hayranı olan bir diğer büyük yazar, Ernest Hemingway’in Zelda’dan hoşlanmadığını açıkça belli etmesi de bu kanıyı güçlendirmişti. Ama Hemingway’in kıskançlık olarak da adlandırılan tutumundan çok önce (Fitzgerald’a gizliden gizliye âşık olduğu da savlar arasında) Zelda’nın eşinin romanı, The Beautiful and Damned (Güzel ve Lanetli) için New York Tribune’a yazdığı eleştiri de bu görüşün nasıl ortaya  çıktığına işaret ediyor:

Öncelikle, herkes bu kitabı şu güzellik gerekçeleri yüzünden almalı: Birincisi, sadece 300 dolara şeker mi şeker bir altın rengi elbisenin 42. Sokak’ta hangi dükkânda bulunduğunu biliyorum, sonra bu kitabı yeterince insan alırsa platinyum bir yüzüğün nerede satıldığını biliyorum, son olarak romanı bir sürü insan alırsa kocamın yeni bir kışlık paltoya ihtiyacı var; gerçi üstündeki onu son üç senedir kurtarıyor...[2]

En parlak günlerinde bile çifti meşgul eden para sorunu, kitap gelirlerinin düştüğü ve sağlık sorunlarının arttığı ilerleyen dönemlerde büyük bir kriz halini alacaktı. Zelda’nın talepkârlığına dair birçok anlatı bulunsa da kuşkusuz bunu tamamen tek taraftan kaynaklanan bir sorun olarak görmek, Fitzgerald’lara hem birey olarak hem de çift olarak tek boyutlu yaklaşmak anlamına gelir. Zira çiftin tek çocuğu, Scottie, babasının parayla ilişkisini şöyle tanımlıyor:

Paraya tapıyor, parayı hor görüyor, paraya saygı duyuyor, kendi ifadesiyle parayı “kullanmadaki beceriksizliği yüzünden ne yapacağını şaşırıyor”, parayı çöpe atıyor, para için köle gibi çalışıyordu ve hayatı boyunca parayla bir sevgi-nefret ilişkisi oldu... para ve alkol, hayatı boyunca savaştığı iki büyük düşmanıydı.[3]

 

Zelda’ya karşı “kocasının yeteneğini kıskanan kadın” yaklaşımındaki kırılma noktası, Nancy Milford’ın 1970’de yayımlanan biyografisi, Zelda: A Biography sayılabilir. Çiftin mektuplaşmalarını ve Zelda’nın günlüklerini ayrıntılı bir şekilde inceleyen, ayrıca Zelda’nın ailesi ve arkadaşlarıyla yıllar süren görüşmeler yapan Milford, eşinin gölgesinde yeteneklerinin köreltildiğini savunuyordu. Gerçekten de Zelda’nın The Beautiful and Damned için yazdığı eleştiri şöyle devam ediyor:

Bana sanki bir sayfada eski bir günlüğümden bölümler gördüm gibi geliyor; söz konusu günlük evliliğimden kısa süre sonra gizemli bir şekilde kaybolmuştu; bir sayfada, üstünde ciddi şekilde oynanmış olsa da kulağıma çok tanıdık gelen mektuplardan parçalar da gördüm. Anlaşılan Bay Fitzgerald –yanılmıyorsam adını böyle yazıyor– intihalin evde başladığına inanıyor gibi.[4]

 

Scott Fitzgerald’ın eserlerinde eşinin günlük ve mektuplarından parçalar kullandığının aniden dikkat çekmesi, Milford’ın ortaya attığı “zorba eş” imajını güçlendirdi. Son Valsi Bana Sakla’ya verdiği tepki de Zelda’nın “mağduriyet”ini artırıyordu. Girişte de değindiğim üzere, Zelda sadece birkaç ayda yazdığı ilk ve tek romanında, eşinin yıllardır üstünde çalıştığını bildiği hikâyeyi konu almıştı. On yıldır bir roman yayımlayamayan Scott buna çok sinirlenmiş, önce kitabın basılmasına karşı çıkmış, daha sonra kendi romanıyla çakışan bölümleri çıkarttırmıştı. (Neticede kitap Scott’ın da desteğiyle kendi yayınevinden, kendi editörü Max Perkins tarafından yayımlanmıştı.)

Ama Zelda’yı eşinin baskıları altında eli kolu bağlı, kırılgan bir kadın olarak çizmek de onu hoppa bir ilham perisinden ibaret görmek kadar tehlikeli. Zelda’nın makalesindeki intihal suçlamasının mizahi üslubu, son yıllarda ısrarla üzerine giydirilmeye çalışılan mağduriyette bir gerçeklik varsa bile bunda kendinin de payı olduğunu gösteriyor. Yazı yazmanın yanı sıra resimle ve baleyle de ilgilenen Zelda’nın bu alanların hiçbirinde ustalaşmamasından kendini sorumlu tutmamak bir birey olarak kişiliğini yok saymak, bu durumda ruhsal bozukluğunun izlerini aramamak da hastalığının ciddiyetini yadsımak anlamına geliyor. Gerçekten de Scott’a evlenmeden önce yazı yazmakla ilgili, “Hiçbir zaman bir şey deneyecek kadar azimli olmayacağım. İstesem başkalarından daha iyi olabileceğimi düşünmek öyle hoş ki – ama daha iyi olamayabilirim... bu da elbette kalbimi kırar,” diyen Zelda, yirmi yedi yaşında kendini azimle baleye verdikten kısa bir süre sonra ilk sinir krizini geçirmişti.

Evet, Fitzgerald’lar birbirlerinin içindeki şeytanları besliyordu. Birbirlerini sadece aşkta değil, manevi başarılarda da kıskanıyor, yaşam hikâyelerini paylaşamıyorlardı: Karşılıklı bir yıkıcılıktı söz konusu olan. Yine de Zelda’nın, “kocası olmasa dağları devirecek kadın” miti, hayatını ve acılarını basitleştiriyor olmasına rağmen sürüyor – belki de düşüşündeki sorumluluğu kendisinde aramak yerine çağı, şartları ya da çevresini suçlamak insana daha kolay geldiğinden. Christina Ricci’nin başrolde oynadığı Z: The Beginning of Everything dizisi de insanları bu tuzağa düşürüyor. Ron Howard’ın Jennifer Lawrence’lı filmi ile Scarlett Johansson’lı The Beautiful and Damned’in de aynı çizgide durup durmadığını da göreceğiz.

Mitleri biçim değiştirse de Fitzgerald’ların edebiyat ve kültür dünyasında bir efsane olmayı sürdüreceklerine şüphe yok. Keşke bunun tek sebebi sanatları ve sanatsal duruşları olsaydı. Ama ünlüler ve skandallar insanların her zaman merakını cezbetmiş, hayal gücünü kamçılamıştır. Fitzgerald’lar da çalkantılı ilişkileri ve Amerika’nın en şaşaalı döneminde yaşadıklarıyla adeta klişenin vücut bulmuş haliyken tarihin sayfalarına kolay kolay gömüleceğe benzemiyorlar. Yine de edebiyat severlere ümit vereceğini umduğum şu gözlemi yapmak Zelda’nın hakkını yemek anlamına gelmeyecektir sanırım: Fitzgerald’lar sansasyonlarıyla anılsa da, onları spot ışığına ilk çıkaran ve hâlâ güncelliklerini korumalarını sağlayan Scott Fitzgerald’ın eşsiz edebiyatıdır.

 

F. Scott Fitzgerald, daha kırk dördünde, zirveden düşmüş bir yazar olarak para kazanmak için gittiği Hollywood’da kalp krizinden öldü. Zelda Fitzgerald bundan yedi yıl sonra kaldığı hastanede çıkan yangında hayatını kaybetti. Ölümleri de hayatları gibi trajikti. Böylece iki yıldız söndü ve geriye romanları, öyküleri, resimleri, mektupları ve elbette aşkları kaldı. Hikâyeleri, arkalarında bıraktıkları üzerinden tekrar tekrar yazılıyor olsa da en doğrusu, son sözü onlara bırakmak:

Zelda’nınki gibi güçlü bir kişilik her zaman eleştirilere maruz kalacaktır ve dediğin gibi, eleştirilecek yanları gerçekten de var. Bunun hep farkındaydım... Ama... Ben onun cesaretine, dürüstlüğüne, kendine yoğun bir şekilde saygı duymasına âşık oldum ve tüm dünya onun olduğundan çok daha iyi olması gerektiğine dair çılgınca düşüncelere kapılsa bile ben bunlara inanıyorum.

Ama elbette asıl sebebi... onu seviyor olmam; işte her şeyin başı ve sonu bu.[5]

 


[1] Jakcson R. Bryer, Cathy W. Barks, Dear Scott, Dearest Zelda, Bloomsbury, 2003.

[2] Age.

[3] Age.

[4] Age.

[5] Age.

 
F. Scott Fitzgerald
Zelda Fitzgerald

 


Zelda Fitzgerald Eserleri


Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör